TARİHİ İHYA MI EDİYORUZ İMHA MI?
- gulsenyilmaz944
- 29 Eyl
- 2 dakikada okunur
“…Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de emin ol, becerir.
Sade sen gösteriver, ‘işte budur kubbe!’ diye;
İki ırgadla iner şimdi Süleymaniyye.
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,
Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan…”
Mehmet Akif Ersoy’un ‘Asım’ın da geçiyor bu dizeler… Bu aralar gündemde olan Selimiye Camii’nin restorasyonu kaosuna ne kadar da uygun değil mi?
Mimar Sinan’ın şaheseri, ustalık eseri Selimiye…
Yüzyıllardır Edirne’nin siluetini süsleyen, İslam medeniyetinin en parlak döneminin mimari nişanı… Her taşı, her kubbesi, her minaresi yalnızca bir yapı unsuru değil, aynı zamanda bir hafıza, bir kültür, bir kimlik meselesi...
Bugün geldiğimiz noktada maneviyatımıza dokunan her şeyi yıkıp yok etmeye ant içtiğimiz gibi bu eserlere de göz diktik belli ki…
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan, Mimar Sinan’ın başyapıtı olarak Osmanlı ve dünya mimarlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Selimiye Camii’nin kubbesini beğenmemiş olmalıyız ki restore ederken kökten değiştirmeye karar vermişiz.
Öncelikle bir hatırlayalım restorasyon ne demek? Restorasyon, kelime kökü itibariyle, ‘bir eseri aslını koruyarak yenilemek’ anlamına geliyor.
Gelin görün ki, biz koca tarihi güzel bir restorasyon ile diri tutmak, ihya etmek yerine imha etmeye kalkıyoruz.
Bu tarz durumlar çok yaşandı. Geçmişte de bazı tarihi camiler buna maruz bırakıldı maalesef… Ama iş gelip Selimiye’ye dayanınca başka boyutta tepkiler verildi sonunda…
Mahkemeden de konu ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı çıktı.
Bu sevindirici bir gelişme ama konu gündemde tutulmazsa karardan dönülmesi pamuk ipliğine bağlı…
Konuştuğum alanında uzman tarih hocalarım aşırı tepkili…
“Mesele kubbe meselesi değil, mesele Edirne, Konya, İstanbul ya da herhangi bir şehrin meselesi de değil, bu mesele bütün bir Anadolu’nun meselesidir. Çünkü bu topraklarda yükselen her eser, yalnızca bulunduğu şehrin değil, bütün bir milletin ortak hafızasının parçasıdır” diyorlar.
İşin derinine indiğinizde yapılacak olan bu çalışma, ‘16. yüzyıla dönüyoruz’ gibi bir cümleyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Ve tabi Türkiye’deki her konuda olduğu gibi bu konuda da itiraz edenlerle kabul edenleri seküler-dindar kutuplarına oturtuyorlar.
Burada bari yapmayın.
Şu konunun ne seküler olmakla ne de dindar olmakla hiçbir alakası olamaz!
Tarihi bir kubbeyi, ‘aslına uygun restore edelim’ demenin neresi sekülerlik? Ki bu eser bir de Osmanlı’yı yansıtıyorsa…
Yine yapılan kubbe süslemesinin o dönemki mahalli ve tabiri caizse şöhretsiz hattatları tarafından işlendiğini söyledikleri bir savunma yapıyorlar. Yani, kubbeyi işleyen 16. yüzyılın meşhur hattatı Ahmed Şemseddin Karahisari’nin öğrencisi Hattat Hasan Çelebi’nin, ‘hattat denilemeyecek kadar mahalli’ olduğunu iddia ediyorlar.
Fakat burada bir durmak gerekiyor sanırım. Bir eserin kıymetini sadece hattatın şöhretiyle ölçmek ne kadar sağlıklı?
Tarih dediğimiz şey yalnızca ‘en parlak dönemlerin’ değil, inişlerin ve çıkışların da toplamı değil miydi? 19. yüzyıldaki süslemeler belki Mimar Sinan’ın doğrudan eseri değildir ama caminin katmanlı tarihinin bir parçasıdır ve bunu yapan hattatın o dönem ne şartlarda yaptığı da unutulmamalıdır?
Şunu da unutmamak gerekir ki bugün tarihimizde var olan bir hattatı beğenmeyip ötekileştirip eserini kendilerince yenilemeye kalkanlar, yarın daha büyük bir eseri de aynı şekilde kökten değiştirmeye muktedir olabilir!
Buna da artık restorasyon değil, sterilize denir!
*Bu yazı Konya Sürmanşet Gazetesi'nde yayınlanmıştır.




Yorumlar